Ölçüler, ölçüsüzlükler, sınırlar, duvarlar, değerler…
Bir süredir üzerine düşündüğüm şeyler, benimle aynı düşüncelere sahip birini bulunca üzerine kilitlendim şu sıra.
Aslında, hepsi bizim oluşturduğumuz, gerçek dünyaya ait olmayan şeyler. Neden bunu kabullenip hayatın değişkenliğini sırtımıza alıp yürümüyoruz?
Kendimizi hangi güven aralığına hapsetmek istediğimizle alakalı bir düzenek oluşturuyoruz, sonra bunu söylemeye dilimiz varmadığı için, büyük büyük kelimeler bulup, ardına koyuyoruz yapay “gerçekliğimizi”; adına da “değer” diyoruz.
Hoppp… al sana içinden çıkılmaz bir dört duvar. Tek olarak ördüğümüz duvar kıvrıla kıvrıla sarıyor etrafımızı.
Çünkü insan dediğin “değerleri” için yaşar (!)
Ne çok seviyoruz büyük cümleleri; her şeyi bilen, kesinliği tartışılmaz düşüncelerimizle gezmeyi.
Rasyonaliteden bahsederken o kadar dogmatik davranıyoruz ki, benliğimiz bunu bile görmemize izin vermiyor.
Düşünsenize, yanlışlanabilir olduğumuzu reddediyoruz. Bilgimiz değişse de düşüncelerimizi değiştirmemekte ısrar ediyoruz; sırf güvenle kapattığımız çokgenin bir köşesinden şüphe girmesin diye mi hepsi? Bu kadar mı korkunç hata yapmak, yara almak, yaşadığını hissetmek?
O duvarları ördüğümüz gibi yıkmasını da bilemez miyiz? O zaman öyle gerekmiş olamaz mı? Ya da hata yapmışızdır…
İnsan nefes alıp verdiği sırada, o nefesin tattırdığı duyguyu yaşadığı sürece ‘var’ değil mi?
Sevgiyle olduğu kadar acı ile de beslenmiyor muyuz hepimiz?
Değişiyoruz, daha tahammülsüz daha beter insanlar oluyoruz, bazense daha sevecen daha anlayışlı…
Ama değerlerimiz… Onlar sabit kalıyor, onlar değişmez.
Olabilir mi?
Bir kandırmacadan ibaret kılıyoruz hayatı, neden ve niçin düşünmeden.
“Değer”lerimiz hayata “değer”mi acaba?
Sevgiler,
Tuğba Makina