Etiketler

, , ,

Algı Geçisi

Bir şeyi 40 kere söylerseniz olur mu?

Etrafınız şom* ağızlı insanlarla mı dolu?

Siz demiştiniz değil mi?

Aklınıza gelen hep başınıza mı geliyor?

Halbuki, belki gerçekten siz çağırıyorsunuzdur olanları. Olamaz mı? Çok mu medyum vâri oldu? Olmadı aslında.

İnanmazsınız, bu konu üzerine birçok psikolojik inceleme yapılmış zamanında.

Mevzunun amiyane tabiri ile ağababası olan Rosenthal Amca, 20.yy başında, 18 öğretmen ve 650 çocuğun bulunduğu bir ilkokulda, her sınıftan eşit sayıda öğrenciyi, rastgele 2 gruba ayırarak bir deney yapar. Öğrencilerin zeka puanları arasında fark olmamasına rağmen, deneyde gruplardan birine “zeki grup” denilir ve öğrencilere “ileri zekalı” ve “hatta çok yüksek potansiyel”e sahip oldukları söylenir. Bir yıl sonunda ne olduğunu tahmin edebilir misiniz? Zeki gruba ait öğrenciler, diğer öğrencilere oranla akademik açıdan çok daha fazla gelişirler, hatta zeka puanları bile önemli derecede artar. Önemli noktalardan biri şudur, öğretmenler 2 gruptan birine diğerinden fazla zaman ayırmaz ve farklı alanlarda eğtim vermez; sadece ilişki niteliği gözlemlenir. Rosenthal’a göre öğretmenlerin beklentileri çocuklara fiziksel ifadelerle (yüz ifadeleri, söylenen cümleler vs…) aktarılmış olabilir, bu aktarım çocukların benlik kavramları üzerinde etki eder, motivasyonlarını arttırır ve bu şekilde kavrama kabiliyetlerini ileriye taşır.

Bu deneyle, Rosenthal literatüre “Pygmalion Etkisi”, anlayacağımız ifadeyle “Beklenti Etkisi” yani “Kendini Gerçekleştiren Kehanetleri” ekler.

Doktorlar genelde ne der, “önce inanmanız lazım”. Neden biliyor musunuz? Çünkü beyniniz doğru-yanlış, gerçek-yalan, yaşanan-yaşanmayan ayrımı yoktur. Rosenthal’ın deneyinde olduğu gibi, etkilenir-inanır ve değişir.

Goldstein “Algı, duyu organlarının fiziksel uyarılmasıyla oluşan sinir sistemindeki sinyallerden oluşur” der ve aslında konunun özünü açıklamış olur.

Bir film izlersiniz ve nefesiniz daralır, içiniz kararır, ağlamaya başlarsınız ya da içiniz içinize sığmaz, gülücükler saçarsınız; çünkü beyin bedene onu yaşıyormuşsunuz algısını yayar ve buna göre tepki verir.

Bu nedenle, gerçek olmadığını fiziksel dünyaya döndüğünüzde algılasanız bile, rüyalarınızın ve falların-kehanetlerin etkisi altında kalırsınız.

Yapılan bir başka deneyde, gönüllülere camları tüm görüntüleri ters çeviren bir gözlük verilir ve bunlarla birkaç gün geçirmeleri istenir. İlk etapta etrafa çarpar, düşer ve günlük etkinlikleri gerçekleştiremezler. Bir süre sonra düzgün bir şekilde yürür, merdiven çıkar hatta yazabilir hale gelirler. Bu deneyle araştırmacılar algının hızla bulunulan şartlara uyum sağladığını ve buna göre beynin gerçeklerinin değişim gösterdiğini bir kez daha göstermiş olurlar.

Saf bilgiye erişimimizin ne kadar karmaşık bir süreç olduğunu fark edersek, her bilgiye teslim olmamak gerektiğini görebiliriz.

Beynimizin en iyi yaptığı şey, topladığı bilgileri çarpıştırmak, kendimize ait bir çıktıya ulaşmak.

Sürekli felaketlerle boğuştuğumuz son dönemde, bir sürü bilgiye maruz kalıyoruz, belki de bu bilgilerin pek çoğu ters gösteren gözlüklerdir… Belki de gerçekten hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Hiçbir bilgiye, beklentiye neden olacak düzeyde teslim olmayın.

Algımızın şaştığı, analiz yeteneğimizin deforme olduğunu düşündüğümüz zamanlarda, biraz dinmek/dinlenmek gerekir; unutmayın tehlike anında maskeyi önce kendinize takmalısınız…

Kötüyü beklemeden, farkında olduğumuz günlere…

*Şom : Uğursuz

YAZI İLK OLARAK BİKAYNAK.COM STESİ ÜZERİNDEN YAYINLANDI. BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ.