Günün kalabalık saatlerinde kullanıp, bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar için eziyet olan, şehrimizin o muazzam (!) toplu taşıma aracını bekliyorum; metrobüsü. Baktığınızda ne “metro” ne “bus”; şehrin ortasında, kimliksizliğin bir yansıması gibi konulmuş melez bir isimle duran bir şey! Şehrin insanları gibi…

Suriyeli bir aile var önümde, kalabalıktan ürker gibiler. Yaşları iki-beş civarında üç çocuk, bir anne, bir baba… İlk metrobüs geliyor, her zaman ki gibi hınca hınç, bakıyorlar, hareketsiz izliyorlar… İkinci, üçüncü… derken sonunda biraz daha boş, en azından binilebilir kıvamda bir araç geldiğinde, biniyoruz beraber.

Çaresizlik akıyor yüzlerinden, acıma değil içimdeki, üzülme değil, izliyorum sadece. Onlara olanları değil de onların neden olduklarını düşünüyorum ben daha çok; anne ve babaların…

Aynı durakta iniyoruz. İki çocuk kocaman boncuk gözleri ile bileklerinden çekiştiriliyorlar ; en ufakları kucakta. Hava yaklaşık otuz derece, adamın üzerinde kalın kumaş pantolon ve çorapla giyilmiş kösele ayakkabılar; kadının yüzü yerde kıyafetleri de yüzü gibi, bu coğrafya gibi kimliksiz, anımsanıp hatırda yer etmeyecek cinsten. Çocukların saçları kirden birbirlerine yapışmış…

Düşünmeden edemiyorum, bu kadar çaresizken, bu denli acılı bir coğrafyada insanın yarını değil bugününü bile planlayamadığı, nasıl yaşayacağını değil nasıl öleceğini bile tahmin edemediği bir coğrafyada, insan nasıl kıyar bir değil üç çocuğu dünyaya getirmeye…

savas

Üreme yetisi yalnız kendilerine verilmiş gibi niye bu çoğalma isteği doğuda?

Bu kadar sevmezken çocukları bu coğrafya… Değil ihtiyaçlarını, acılarını bile bilmezken o çocukların birey olarak…

Kendi acısını paylaşacak birilerinin arayışı mı?

Sosyal hayatı bırakılmamış, insanı-insana bulamış bir coğrafyada, elin alemin ağzını kapatmak için birer araç mı?

Kendini ileride koruyacak kollayacak birini sağlamak mı?

İlkel üreme güdüsü mü sadece?

Bu kadar sevmezken çocukları bu coğrafya… Bu ikiyüzlülüğün sebebi ne?

İnsan nasıl kıyar hayata gelmesine aracı olduğu varlığa…

Her gün cinsiyet ayrımı olmaksızın, istismara uğrarken, çalıştırılırken, itilip kakılırken, yaşayabildiler ise yirmilerine kadar yirmi dedi mi öldürülürken çocuklar… İnsan nasıl oturur izler ve içi sızlamaz bu çocuklara, ki insanların içleri bile el alem için göstermelik sızlar bu coğrafyada…

Çocukların güldüğü günler olmayacaksa, insanlığın soyu kurusun!

Tuğba Makina