Etiketler

, , , , , , , , , , , ,

Hiçbir şeyin tadı kalmadı bu sezon…

Olan olaylar, oluşan sansürler-oto sansürler…

Herkesin dilinin-kaleminin-makinasının ucunda diyecekleri/gösterecekleri, ama öyle bir baskı var ki sansür yoksa oto sansür var ortada. Yerlerinden edilen oyuncular-yazarlar, verilmeyen bütçeler vesaire vesaire. Hepimizin içinde olup bildiği şeyler işte.

Tiyatrolar sönükleşti, o güzel devinim ve yoğunluk kalmadı bu sezon. Benim de en tutkulu yanım yarım kaldı,  o aylık yazıların da anlamı kalmadı. Bir yanım devam etmek istiyor o güzel etkinlik yazılarına, öbür yanımda “şimdi mi?” diyor. Velhasıl kelam uzun süredir bu nedenle çıkmıyor o etkinlik yazıları.

Her ay olmasa da kalemi soğutmamak lazım. Bunlar hayatımızın notaları neticede…

Neler oldu yazmadığımız dönemde, kaybettiğimiz “fidanlar”, çıkan kayıtlar dışında; bizim ilgi alanımızda sinemada, tiyatroda, gösteri(m)lerde…

Tiyatroda

Yaşamaya Dair, Genco Erkal ve Tülay Günal’ın güzel performansları ile Nazım Hikmet’in Bursa cezaevinden yazdığı mektuplarının, şiirlerinin içine dalıyor insan. Performans ve bütünlük hakkında söylenebilecek bir şey yok. Hissettirdikleri… Hele de şimdilerde… Oldukça etkileyici bir gösterimdi.

Nehir, Oyun Atölyesinin bu sezon ki oyunlarından. Haluk Bilginer, Ayça Bingöl ve Canan Ergüder’in oyunculuğunu yaptığı ve sitelerinde yer alan oyun özetine kelime eklemeyi beceremediğim oyunun performansları kusursuzdu. “Jez Butterworth 2012 yılında yazdığı oyununda aşkın peşinden giderken aşkı ezbere yaşamaya yönelen ‘Adam’ın hayatına giren kadınları ve yaşadıklarını anlatıyor.” Bu keyifli oyunu kesinlikle tavsiye ederim. Oyuna girerken davetiyelerimizi aldığımız zarftan çıkan resim de, gerçek sanatçı inceliğin sahipti.

Zarftan çıkan o güzel resim,

nehir

Cimri, Devlet tiyatroları bu sezon Moliere’in trajikomik derecede insanın açgözlü yanını gözlere soktuğu oyununu Kenan Işık rejisörlüğünde seyirci ile paylaştı. Kenan Işık’ın elinin değdiği sahnelerin tadını hep seviyorum zaten. Konusu herkesin malumu olan bu keyifli oyunda da sahne, kıyafetler ve performans doyurucuydu diyebilirim.

Cats, Zorlu Center PSM’de izleyicilerle buluşan müzikalde müzik, dans, makyajlar kareografi… bütünlük muhteşemdi.

Alis Yıldızların Altında, Devlet Opera ve Bale Dans Topluluğunun bu sezon prömiyerini yaptığı bir gösterim. Alis’i alıp değişik bir kurgu ile dans eşliğinde sunmak istemişler lakin, 7den 70e diye reklam yapılan gösterim sonunda ne yazık ki bir çocuk oyununa dönmüş. Bunun nedeninin kurgudan ziyade performanslardaki yetersizlik olduğunu düşünüyorum. Bir sene sonra izlersek daha iyi bir performansla, başka bir lezzet bırakır mı diye düşünmeden edemedim gösterimden çıktığımda.

Biraz da Sinema…

Peki Şimdi? Hatırlat Bana (E Agora? Lembra-me), if İstanbul gösteriminde yer alan film, “birçok filmde ses mühendisliği yapan Joaquim Pinto’nun duygusal hatıratı gibi. Pinto, 20 yıldır HIV ve Hepatit C ile yaşıyor, değişik tedavi yöntemleri denemek için klinikler ve hastaneler arasında mekik dokuyor.” Biraz belgesel biraz hayat sorgulaması – geçmişin izi üzerine yolculuk derken, daha kısa olsaymış (164’) daha da dokunaklı olabilecek bir film olabilirmiş diye düşündüm.

Frankenstein, bu sezon Aaron Eckhart’ın performansı ile yeniden izleyici ile buluşan o tanıdık öykü, biraz daha fantastik halde (ki ben bayıldım bu haline) görsel bir şölen halinde karşımıza çıkıyor. İnsanların gözlemlerini sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla bazıları sondan hoşnutsuz, fakat bu tarz klasik öykülerden devasa sonlar bekleyenlerden olmadığım için beni doyurdu diyebilirim. Eksikleri olmasına rağmen izlemeye değer.

Aile sırları (August: Osage County), Meryl Streep’e her zaman ki o güzel performansı ile Oscar beklediğim film genel itibari ile alışıldık bir hikaye olmasına karşın oyunculuklar çok iyiydi.

Sansürsüz günler dileğiyle…

Sevgiler.

Tuğba Makina